Friday, February 12, 2010

Unutmadık, unutmayacağız

2009-2010 sezonunda, iki takım şampiyonluk yolunda hatırlayın ne oldu Ankara(spor maçın)'da…

FM’nin ne kadar gerçekçi olduğunu kanıtlayan bir sezonu daha geride bıraktık. Şampiyonluk mücadelesinin çok çetin olduğu 2009-2010 sezonunda 32. haftaya fb, gs ve Beşiktaş 63 puanla girmişti. 33. hafta puan kaybeden fb yarıştan kopmuş, gs ve Beşiktaş ise çiftli averajda eşit durumdaydı. gs ve Beşiktaş’ın 34. hafta sonunda aynı puanda kalması durumunda genel averaja bakılacaktı…

Sezona, Tello, Bobo gibi takım kimyasını bozabilecek yıldızlarını satarak başlayan Beşiktaş, efsane Nihat’ın yanı sıra Batuhan ve Necip gibi gençlerin katkısı ve takıma çok çabuk uyum sağlayan, Sivok ile adeta duvar ören Ferrari’nin önderliğinde, gs’nin 6 averaj önündeydi.

Tabii ki herkesin aklı 1992-1993 sezonuna gidiyordu. Zalad tekrar meşhur olmuş, bütün basın-yayın kendisiyle röportaj yapmak için sıradaydı. Yapılan mülakatlarda şike yaptığını inkâr eden Zalad’ın aksine aynı maçta 10 dakika içinde hat-trick yapan gütschow maçta bir gariplik olduğunu kabul eden açıklamalarda bulunuyordu.

Maç günü geldi çattı ve ne tesadüftür ki Beşiktaş Ankaragücü ile karşılaşıyordu ve bileğinin hakkıyla maçı 2-0 aldı. Diğer yanda gs ise senecky’nin akıl almaz hatalar (?) yaptığı maçı 6-0 galip bitirdi. Tarih gene tekerrür etti ama bu sefer avantaj Beşiktaş’tan yanaydı.

92 93 sezonunda,
iki takım şampiyonluk yolunda,
hatırlayın ne oldu ankarada?
sekiz sıfırı unutma

unutmadık,
unutmiycaz,
cim bom bomun mına koyicaz..


Wednesday, November 11, 2009

Athletic Club Besiktas

Besiktas Jimnastik Klubu Anonim Sirketi finansal acidan iflasini ilan etmedi belki ama, Besiktas klubu manevi acidan iflasin esiginde...

Kongrenin iki defa sectigi baskan(ve aslinda Seba'nin istifasiyla baslayan surec), klubun degerlerini oyle bir erozyona ugratti ki... Soyle ozetliyim durumu: Cocuklugumda tanidigim Besiktasli 'abi'ler ve 'amca'lar, her yerde sevilen ve daha onemlisi sayilan, centilmen, beyefendi, sportmen ama yilisik olmayan insanlardi... 'Besiktasli' deyince gozumde canlanan resim oydu. Simdilerde o resimleri hafizamin derinliklerinden cekip cikartmak icin caba harcamam gerekiyor, cunku yerlerini yeni resimler aldi: Kongrelerde havada ucusan koltuklar, tribunlerde yonetimi protesto eden herkesin ustune yuruyen kuklalar, mafya bozuntusu 'menecer'ler, oynattiklari futbolculardan komisyon alan 'hoca'lar, tek yaptiklari is butun gun telefonla konusmak olan menecerlerle ortaklasa klubu kemiren yoneticiler, kaybedilen bir derbi sonrasi rakipleriyle forma degis tokus etmeyi ve kol kola soyunma odasina inmeyi sportmenlik sanan yilisik futbolcular...

Su tabloya baktigimda, Besiktas'in sampiyonluk kovalamak icin transfer yapmasi, para ve caba harcamasi bana luks geliyor. Kovalanmasi gereken daha farkli hedefler olmali sanki: Klubun eski degerlerine yeniden sahip cikmasi gibi.

Iste benim kafamdaki baskan adayinin kongre vaatleri:

- Size hicbir basari vaadetmiyorum. Su an onceligimiz Besiktas'i finansal acidan tekrar ayaklari uzerine kaldirmak ve Besiktas'a yakisan sporculari yetistirmek/transfer etmek.

- Ilk hedefimiz icin kuculmeye gidecegiz. Hicbir sporcu icin bonservis bedeli odemeyecegiz. Transferleri minimuma indirecegiz.

- Ikinci hedefimiz icin altyapiya birinci derecede oncelik verecegiz. Altyapinin basina klubun degerlerini bilen ve Besiktas'i yasamis eski sporcularimizi getirecegiz. Transferler artik gunu kurtarmak icin son dakikada patlatilmis ici bos bombalar olmayacak, Besiktas'in degerlerine uyan sporcular alacagiz. Karakter birinci kriterimiz olacak.

"Yani sayin baskan, diyosunuz ki Fenerbahce'yi Galatasaray'i 10 yilda bir yenelim yeter?"

- Su son yillarda kac defa yendik ki onlari zaten? Dunyanin parasini harcamamiza ragmen hem de... Kaldi ki kadrosunda altyapisindan yetismis 5-6 futbolcu barindiran bir Besiktas'in alacagi bir derbi galibiyeti son yillarda aldigimiz yarim yamalak galibiyetlerin hepsine bedel olmaz mi?

Baslikta atifta bulundugum Athletic Club Bilbao'ya cok da ozenmiyorum aslinda, Basklarin durumu malum... Besiktaslilar Istanbullu rakipleriyle ayni millete ait. Ama gene de var bir farkimiz: Besiktasliyiz.

Monday, October 12, 2009

Ağlayan Başkan

Beşiktaş tribünlerini bugüne kadar en basiretsiz gördüğüm gündür 27 Eylül 2009, Cumartesi günü. 27 Eylül’e gelirken 6 hafta sonunda sadece bir galibiyet almış, biri frikikten olmak üzere sadece 3 gol atmış, Sami Yen’de 3 yemiş, oynadığı iki Şampiyonlar Ligi maçında puan alamamış, transfer piyasasında alay konusu olmuş bir Beşiktaş vardı.

2009-2010 sezonunun ilk resmi maçını 7 Ağustos’ta oynayan Beşiktaş’ın evindeki ilk hafta sonu maçıydı Denizlispor karşılaşması. Ancak balık pazarı sessiz, taraftar gergindi ve zaten kimse de aksi bir durum beklemiyordu. Gerilimle beslenmeyi sevenler için mükemmel bir atmosfer altında girdik stada, ama gene de birkaç yüz kişi dışında kimse öngöremiyordu o gün tribünde çıkacak olayları. Bugüne kadar çok kavgalar gördük ama insanların parmakla gösterilip saldırıldığını hiç görmedik. Kapalının ortasında Milan formalı taraftar gördük ama üzerinde siyah beyaz kaşkolu olmayan görmedik. Aynı anda 4 tribünde kavga çıktığını da görmedik ya da hiçbir şahsın elliye yakın korumayla stattan çıktığını. Beşiktaş tribünlerini bugüne kadar en basiretsiz gördüğüm gündür 27 Eylül 2009, Cumartesi günü ancak bu da gayet normaldir çünkü hiç kimse daha önce böyle bir maçı tecrübe etmemişti ve hiç kimse ne yapacağını bilmiyordu. Burada asıl üzerinde düşünülmesi gereken bir şahsın stattan polis kordonu ve elli koruma ile ayrılmasıdır. Hele bu şahıs Mahmut Uslu değil de Yıldırım Demirören ise gerçekten üzerinde düşünülmesi gerekilir. Benim kanaatim, yaptığı bu hareketle sayın başkan süresinin dolduğunu kendisi tasdiklemiştir.

Akdeniz ülkelerinin büyük takımlarının bazı önemli dezavantajları vardır Orta ve Kuzey Avrupa takımları ile mukayese edilince. Taraftar sabırsız, basın sabırsız, başkan sabırsız, taraftar agresif, basın agresif ve başkan agresif. Kısır bir döngü içerisinde sevinci de protestoyu da abartan bir futbol camiası yaşatıyor Akdeniz ülkelerinin büyük takımlarını. Türkiye’de üç büyüklerle kıyasladığımız zaman ise Beşiktaş camiası en sakin olanıdır aslında. Çoğu zaman şikayet eder Beşiktaş taraftarı basın Fenerli, Cim Bomlu diye. Basın Fenerlidir ve iyi ki Beşiktaşlı değildir. Ancak aynanın diğer tarafında Beşiktaş taraftarı daha saldırgan ve daha proaktiftir ve ne yazık ki bunu marifet bilen “Beşiktaşlılık duruşu”’nda bihaber, ağlayan, pasif agresif bir başkan önderliğinde ilerleyen bir Beşiktaş var içinde bulunduğumuz zamanda. Yönetim hala televizyonlarda dalga geçercesine, okula gitmemek için tebeşir tozu yutan öğrenci gibi geçen sene alınan kupalardan bahsediyor ama Ocak ayında en kötü performans gösteren değil de en ucuza mal ettikleri yabancı oyuncuyu elden çıkaracaklarından bahsetmiyor.

Hiçbir yönetim yoktur ki transfer piyasasında hata yapmamış, sokağa para dökmemiş, saçma sapan demeçler vermemiş. Ancak bir yönetimin tükürdüğünü yalaması ender karşılaştığımız bir durumdur. Rodrigo Tabata iyi bir oyuncudur, Türkiye’yi tanıyan, takıma hemen katkı yapabilecek bir oyuncudur. Burada beni rahatsız eden husus bonservisine verilen tutarın ötesinde, Dünya starı alacağız demecinden üç gün sonra 10 senede 15 takım değiştiren yeteneğin transfer edilmesidir. PAF takımıyla çıkmadığımız 10 Kasım 2007 Sivasspor maçının ertesi günü görevinden ayrılması gerekiyordu Demirören’in. Mart ayında genel kongre olması Beşiktaşlılığına inandığım sayın başkan için bir fırsattır ve umuyorum kendisi başkan adayı olmayarak bu şansı elinin tersiyle itmeyecektir.